|
|||
![]() |
AYDIN'IN ŞAFAĞI | ||
| Hasan TOSUN | |||
Bu yazı, bir çocuğun nefesi için kendi nefesini bırakan, Murat Suyu'nun karanlığına inip bir ışık gibi yükselen Aydın Tutkal’ın hatırasına ithafen yazılmıştır. . "Bir çocuğun hayatına, kendini feda eden adamın ölümsüz Aydın'ı/lığı doğar.” Karanlık çöktü Genç’in dağlarına, Solhan’ın üstünde bir taş titredi içten içe, Yüzyıllık bir sır, gecenin kulaklarına söylendi. Bir isim uyandı taşın altından: Aydın. Benim adım mıydı, yoksa benden önce yürüyen gölgemin mi? Kiğı’nın sarp kayaları dile geldi: “Gel,” dedi, “Gece gitti. Acısı kaldı geriye."Dedi. Ses benden değildi, bana aitti. Kaybolmuş çocukluğumun Yüzen Ada’nın kıyısında bıraktığı çığlık geri döndü… Fakat dönen ben değildim, geleceğimdi. Karlıova’nın kör suyuna eğildim. Zaman, suyun önünde diz çöktü. Suyun altında üç işaret belirdi: Mavi bir çizgi: Çapakçur Çayı’nın geciken umutlarını taşıyan ince damar. Kırık bir taş: Yayladere’nin patikalarında kanayan dizimin hâlâ sıcak izi çocukluğumun. Tek göz: Sülbüs Dağı’nın bana hiç göz kırpmadan bakan kaderi. Su söylendi ardı sıra: “Herkes kendinden kaçar… herkes kendine döner.” Dedi. Kaçtım. Kendimden değil, zamandan. Sonra döndüm; şehir beni çağırmıyordu, hüznümü yaşıyordu artık. Kül Çocuk indi şehre. Benim içimde doğmuş, benimle yanmamış bir çocuk. Ellerinde Adaklı’nın havasından aldığı solgun bir papatya, avucunda yeniden doğuşun tohumu. Yaşlı bir kadın ünledi Murat Suyu’nun kıyısında: “Bu kim diye… Gözleri dert yüklü…” Dedi. Kül Çocuk sustu. Suskunluğunda kaderim büyüyordu. Bingöl’ün gecesi kara bir kalp gibi atıyordu. Kimse söylemezdi bunu, herkes duyardı: Dup… Dup… Dup Karanlık korku değildi burada. Kiğı’nın derinliği, Yayladere’nin sabrı, Adaklı’nın sızısıydı. Ve ben… Bir yanım yara, bir yanım ateş, bir yanım gölge, bir yanım dua ile... Şehrin kalbiyle aynı ritimde, aynı sızıyla yürüyordum. Dağın tepesinde ışık oldum. Sülbüs’ün sessizliği beni taştan bir beşik gibi sardı. Sonra bir cümle düştü gökyüzünden: “Aydın… artık eski Aydın değilsin.”Dedi. Murat Suyu bana yeni bir isim verdi: Kahraman Aydın. Hem içimdeki tufan, hem yokluğumun içinden doğan yeni yaşam. O gün anladım: Bu şehir beni büyütmedi, Kiğı’nın taşlarına, Solhan’ın ayazına, Yüzen Ada’nın suya değmeyen toprağına kazıdı. Gece kapandı. Şehir sustu. Bir tek evin ışığı sönmedi: Benim içimdeki ev. Kaybettiklerim oradaydı, sustuklarım oradaydı, bulduğumu sandıklarım oradaydı. Şehir son kez konuştu: “Gittin… ama her şeyi geri getirdin. Sevgiyi, insanlığı, erdemi, fedakarlığı." Dedi. Eski kapı kapandı, yeni kapı elimde kaldı. Ben artık ben değildim. Bir yürüyen destan oldum. Bingöl’ün karanlık ışığında yanan bir meşale. Ve sabah 05.00'da. Dağların ardından ilk ışık doğdu. Halk o ışığa şöyle dedi: “Aydın’ın şafağı.” Ve ben, ilk kez kendi şafağıma baktım, düş gibi, dua gibi, Murat Suyu’nun soğukluğunda kaderin beni unuttuğu o ince vakitte. Ve kaderin benim için yazdığı son satır eklendi: "Bingöl’ün Genç İlçe'sindeki Murat Nehri'nde |
|||
| Etiketler: AYDIN'IN, ŞAFAĞI, | |||
|