Yusuf ALİOĞLU “Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda…”
Yazı Detayı
14 Mayıs 2025 - Çarşamba 14:31 Bu yazı 1063 kez okundu
 
“Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda…”
Yusuf ALİOĞLU
 
 

Meramımı anlatabilmek için yıllarca sığındığım limanlardan biri de Orhan Veli’nin ‘Anlatamıyorum’ isimli şiiridir.

 

Şairin okuyucusuna yalnızlığını ve biçareliğini anlatmak için kaleme aldığı bu çok özel mısralar, hüzün yüklü sonbahar yaprakları gibi kucak kucak üstüme dökülüyordu. Sararıp kırışmış her yaprak içimdeki acılara sürülen birer sanat eczası gibi her defasında bir yerlerimi sağaltıyordu.

 

Sosyolojiden dine, politikadan kültür ve düşünce dünyasına yoğun okumalarla geçen o yıllarda (ve bence hala) iki şey bizi ezip geçerdi. Birincisi, dünyaya çökmüş kolonyal güçlerin sınırsız zulüm ve kötülükleri. İkincisi ise toplumun teorik aidiyeti ile Yunanca bir kelime olan praksis yani eylem, pratik, sahadaki durum arasındaki makas farkı idi.

 

Kötülerin sayıca az olmalarına rağmen hızlıca örgütlenmesi ve hemen her yerde kötülüğün dilinin ve kurallarının geçerli olması karşısında; iyilerin bölük pörçük, örgütsüz, birçok bürokratik nifak ile birbirine mesafeli oluşu ve küresel aktüel siyaseti doğru okuyamayışı bizleri kahrediyordu.

 

“Ahh! Diyorduk  

Kanıyordu içimizdeki yara

Bir bıçakla sökülüp alınıyordu sanki yüreğimiz  

Bedenimizden

Ahh! Diyorduk  

Bir başka şey gelmiyordu elimizden.” (Erdem Bayazıt, Savaş Risalesi)

 

İşte bu tertemiz, bu karşılıksız vermeye amade hesapsız kitapsız amatör ruhla anlamaya çalışırken gezegenimizde olup biteni, bizim için yazılmış gibi bir şiirin mısraları dökülüyordu kalbimizden:   

 

“Ağlasam sesimi duyar mısınız, 

Mısralarımda;

Dokunabilir misiniz,

Gözyaşlarıma, ellerinizle? “ diyordu Orhan Veli.

 

Kırık dökük aşklardan geriye kalan bu satırlar bir karıncadan çıkan fil böğürtüsü gibi duyuluyor; ışıksız sahillerde, bitimsiz bulvarlarda, ıssız sokaklarda, çay ocaklarında yankılanıp duruyordu aslında.

 

Elbet eşya gibi sözün de farklı boyutları vardı. Ve elbette onurdan, izzetten bir pay taşıyan sözler bir şekilde alıcısına ulaşacaktı. İşte ben de bu sözlerden kendi payıma düşeni alıyordum.

 

En büyük eylemlerin orta yerine kalbini koymuş bir delikanlının hasatsız elleriyle dokunabiliyordum gözyaşlarına. Ülkemin ve dünyanın dört bir yanındaki mazlumlarına kulak kesilmek ve gözyaşlarına dokunabilmek en büyük farklılığımızdı. Mazota bulanmış ekmekleri konuşmak, mülteci kamplarındaki trajik hikayeleri okumak, soğuk savaşın ayartan hilelerini deşifre etmek asıl işimizdi.

 

Hakkı ayakta tutan adil şahitlik adına büyüyüp serpildikçe, sanattan siyasete, iktisattan eğitime birçok konuda yükte hafif pahada ağır sözler söylüyorduk.

 

Onun için, şairin ruhaniyetinden ve cismaniyetinden af dileğiyle ‘ağlasam’ yerine ‘haykırsam, çığlık atsam, hey desem’ diyerek başlıyordum şiire.

 

Bu müdahalenin ardında elbette delişmen yankılarda, hoyrat bayırlarda büyüyen bir itiraz, bir karşı duruş, bir hayır diyebilme çoşkusu ve kesin inancı vardı.

 

Şiirin ikinci bölümü ise bizlere, ‘umut istikbalin mukaddimesidir’ sözünü hatırlatıyordu.  

 

“Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu

Bu derde düşmeden önce.”

 

Şairin şarkıların gücünü tescillediği farkındalık yüklü bu satırları, aynı istikamete akan iki okyanus gemisine dönüştürürdü bizi. Çünkü eşya zıddıyla kaimdi. Kötümserlik ebedi olamazdı ve her Firavun için bir Musa figürü olmazsa olmazdı.

 

Bu üç satırlık umut parıltısı devrimci duyguları nasıl da besler büyütürdü. Sözü güzel söylemenin kalpleri nasıl da evirip çevirebildiğini daha bir öğrenirdim. Taşı gediğine koymak misali deminde söylenmiş bir sözün gücünü gözlemek ne büyük güvendi. Hakikat karşısında kelimelerin kifayetsizliği ne büyük teslimiyetti.

 

‘Keşke bilselerdi’ diyordu Ankebut 64. Hakkı batıldan ayıran bilgiden rızıklanmayan bedbahtlar keşke bilselerdi. Sözü düşüren ve cismi yücelten bu kavim keşke bilseydi. Akışkan hayatın içinde bir istatistiğe dönüşen kalabalıklar kendilerini mükerrem ve muhterem kılanın ne olduğunu keşke bilselerdi. Bilselerdi de ‘baki kalan salih işlere’ (kehf/56) yönelselerdi. Eşeğin sesinden şarkıların, türkülerin sesine; borsa ve döviz bantlarını çığıran enkırmenlerin sesinden bilgi ve hikmet şelalesinin adalet ve özgürlük sesine yönelselerdi.

 

Büyük bir üzüntü ve acı ile başlayan şiirin umuda dair bu parıltılı mısralarını,

 

“Lakin bir umut bulunur daima, bulunur elbet,

Çıkıp sıyrılmaya doğru açılmış bir bitmez umut.

Ki, inancın ve aydınlığın kapısı odur, odur başımızı dik tutarız,  

Odur yenilmeyiz karşılaştığımız ilk tahakküme, ilk karanlığa, ilk tel örgüye…” diye bağlamak ne muazzam bir mutluluktu.

 

Orhan Veli bu şiirini parçalı bulutlu bir gök mavisinin derinliklerine yollasa da, Metin Önal Mengüşoğlunun ‘Kardeşime Mektup’ şiirindeki mısralarla dirilişe ve direnişe selam çakmak ne büyük bir gururdu.

 

Gündelik yaşam, bize gösterilenin ötesinde uğultulara, karmaşalara ve katman katman çelişkilere sahipti. Üretim ilişkilerinden mülkiyete, siyasal meşruiyet araçlarından dinsel söylemlere, düzeni tahkim eden ideolojik aygıtlardan gönüllü kulluklara baştan aşağı bir sorunlar yumağıydı.

 

İşte şiirin diyalektiği, akıp giden hayatın bu onulmazlıklarına karşı bir mesafe, bir anti tez makamı ile ümidin tohumlarını yeşertiyordu. 

 

Şiirin son bölümü ise ontolojik aidiyetimiz ile bireysel ve toplumsal sorumluluğumuzun tefsiri gibiydi.

 

“Bir yer var, biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum.”

 

Bu bölüme geldiğimizde evvela Arapça bir ifade olan ‘tahtında müstetir’ yani söylenmediği halde altında gizli bulunan ifadesini hatırlardık.

 

Ve itiraf etmeliyim ki, Orhan Veli’nin bu satırlardaki duruşunu geçici ruhsal bir duruma yorumlar, anlatabilme olumsallığını daha yakın görürdük.

 

Diğer yandan bu satırlarda gezinen umut ve çaresizlik ya da umut ve karamsarlık girdabının başarısızlık ile malul sonuçlarına takılmadan ‘mümkün’ kelimesini esas alarak hedefe yürüyorduk.

 

Geleneksel düşünme modlarının çağı ıskalayan eksiklikleri ile modern düşünme yöntemlerinin çağı ilahlaştıran eksiklerini bir yana bırakarak ‘sözü dinlemek ve güzel olanına uymak’ şeklindeki üçüncü yol ile sadrımız genişliyor, ruhumuz ferahlıyordu. Çünkü çabamız kralın lügatindeki kelimelerden çok daha büyüktü.

 

Bu satırlarla; bir esasın, bir sabitenin olması ve bu adrese götüren her an harekette olma ya da bir işi bitirince diğerine koyularak fitneye mekan aralamama bilinci dolaşıyordu damarlarımızda. 

 

Orhan Veli, şiirini ‘Anlatamıyorum’ gerilimi ile bitirse de, son noktayı ben koyuyor;

 

‘Anlıyorum süreğen bir mesajın apaçık halleriyle.          

Anlıyorum, hem de en derinden gelen bir ürpertiyle’ diye bitiriyordum.

 
Etiketler: “Ağlasam, sesimi, duyar, mısınız,, Mısralarımda…”,
Yorumlar
Yazarın Diğer Yazıları
21 Ekim 2025
Bendeki Notlar -12- ‘Çocuk Kalsaydı Büyüklüğüm’
468 Okunma.
09 Ekim 2025
Batı’da Şehir Tarihçiliği
879 Okunma.
04 Ağustos 2025
‘Yıkın Efendiler, Yıkın!’ -2-
1785 Okunma.
22 Nisan 2025
'İNSANIN DÖRT ZİNDANI'
5041 Okunma.
16 Mart 2025
ŞEBBİHALAR HER YERDE
713 Okunma.
09 Mart 2025
'BİR DEĞİRMENDİ BU DÜNYA'
770 Okunma.
08 Eylül 2023
Boşuna değildi boş olmayan hiçbir şey!
3090 Okunma.
17 Ağustos 2023
Köprüler ve Çamurlu Sular
2418 Okunma.
13 Temmuz 2023
Biriktirdiklerim-7-
2211 Okunma.
27 Mayıs 2023
Bingöl’ün Referandum Karnesi
2564 Okunma.
07 Mayıs 2023
Bingöl’de Genel Seçimlere Katılım Oranları (1950-2018)
1767 Okunma.
29 Nisan 2023
1920-2018 Yılları Arasında Bingöl’ü Parlamentoda Hangi Partiler Temsil Etti?
1497 Okunma.
24 Nisan 2023
Bingöl Yakın Siyasi Tarihinde Seçmen Davranışları (1939-2018)
2347 Okunma.
11 Nisan 2023
Siyasetin ‘Hayret’ Makamı Var Mıdır?
2140 Okunma.
05 Nisan 2023
Estetiğin Tükenişi Vicdanın Tükenişidir
1554 Okunma.
23 Mart 2023
“Ben de adayım”
1768 Okunma.
18 Şubat 2023
Şiirin Güncesi -11: “Ben Yokum”
2068 Okunma.
18 Şubat 2023
‘Cansız Bedene Ulaşıldı’ Ne Demek?
1340 Okunma.
18 Şubat 2023
“Ya Bu Defa da Seçilemezsem!”
1485 Okunma.
18 Şubat 2023
Biriktirdiklerim-6
1360 Okunma.
18 Şubat 2023
‘Konfor Ruhun Bataklığıdır’
1599 Okunma.
08 Kasım 2022
Engerek Soyu
2046 Okunma.
16 Eylül 2022
Masanın Ötesi ve Berisi Ya da Sosyolojimizin Metafiziği
3523 Okunma.
05 Eylül 2022
Tatlı Zehirli Sulara Alışanlar İflah Olmaz Mı?
2168 Okunma.
22 Ağustos 2022
Nazar Değmemiş Kapaksız Kitaplar
2900 Okunma.
02 Ağustos 2022
Libası İdrarlı Adamlar
2747 Okunma.
27 Haziran 2022
“Hayatın Anlamı” Nedir?
3981 Okunma.
21 Haziran 2022
‘Ey kötülük!’
2344 Okunma.
24 Mayıs 2022
Şiirin Güncesi 10: “Sonsuz ve Öbürü”
3153 Okunma.
05 Mayıs 2022
'Sıkıntı yok!'
2812 Okunma.
19 Nisan 2022
Düğümlere Üfüren Mühendisler Zamanı
2929 Okunma.
08 Nisan 2022
Bendeki Notlar 11: ‘Şehir Sineması’
2639 Okunma.
20 Mart 2022
Hakikate Tanıklık Nedir?
2604 Okunma.
03 Mart 2022
‘Tüm İnsanlığa Açık ve Ücretsiz Gösteri’
2971 Okunma.
09 Şubat 2022
Bendeki Notlar 10 “Kültür ve Sanat Merkezleri: Sinema, Kırtasiye, Park”
4528 Okunma.
13 Aralık 2021
Frankfurt'ta Bir Haşimi
6901 Okunma.
17 Kasım 2021
Nurettin Topçu’nun Gördüğü ‘Taşralı’
5038 Okunma.
09 Eylül 2021
Harf Eken Kelime Biçer
5858 Okunma.
24 Ağustos 2021
Bir Mütevazi Monologdan Arta Kalan Sualler
3730 Okunma.
24 Haziran 2021
Çekilin aradan, maradan...
5580 Okunma.
15 Haziran 2021
'Biraz da ben konuşayım'
4435 Okunma.
28 Mayıs 2021
‘Apaçık’ Şiir
4598 Okunma.
06 Mayıs 2021
“Şehir’dir adım; kimlik alır, kimlik veririm.”
4784 Okunma.
22 Nisan 2021
Kitaplar Dolusu Susmak...
3762 Okunma.
16 Nisan 2021
Zamanın İdrak Sarkacına Merhaba
3414 Okunma.
23 Mart 2021
Söz Düşerse Ne Kalır Geriye?
4754 Okunma.
18 Ocak 2021
Dayvun, Dayvun, Dayvuno / Day Qırbun Çımun Siyuno
12167 Okunma.
22 Aralık 2020
Biriktirdiklerim -5-
2589 Okunma.
10 Aralık 2020
Biriktirdiklerim -4-
3042 Okunma.
04 Aralık 2020
Biriktirdiklerim -3-
3279 Okunma.
30 Kasım 2020
Parayı Nereye Yatırmalı?
3055 Okunma.
26 Kasım 2020
Biriktirdiklerim -2-
3440 Okunma.
16 Kasım 2020
Biriktirdiklerim -1-
3489 Okunma.
19 Ekim 2020
Ne Zaman Reşit Olacağız?
4728 Okunma.
Haber Yazılımı